Sunday, October 28, 2012

Thornton'dan sanat piyasası hakkında yazMAmak için 10 neden

Bir süredir Sanat Dünyasında Yedi Gün'ün yazarı Sarah Thornton'ın sayfasından duyuruları takip ediyorum. Bir hafta kadar önce bu başlıktaki duyuru geldi, buna göre Thornton sanat piyasası konusunda yazmaktan uzaklaşmak istiyor ve bunu da yüzlerce olduğunu söylediği sebeplerden on tanesini vererek açıklıyor. Aslında kitaptaki ilk bölümde bu sebeplerin bir kaçından ve daha bir çok başka konudan zaten bahsediyordu. Ancak bu makale hem bir açık mektup kıvamında hem de bahsettiği sorunları daha çarpıcı bir şekilde ifade etmiş. "Sanat piyasası" kavramındaki sanat ve piyasa sözcüklerinin ne kadar ayrıştığının bir göstergesi olarak önemli bir makale diye düşünüyorum. Asıl metin TAR Magazine adlı bir dergide yayınlanmış ve Sherrie Levine'in aşağıda 2. kısımda bahsedilen işinin bir fotoğrafı da dergideki sayfada mevcut,

Top 10 reasons NOT to write about the art market

Aşağıdaki çeviri bana ait, çeviriye ve makaleye dair yorumlarınızı bekliyorum.

Son bir kaç yıldır çeşitli yayınlar için sanat piyasasını inceliyor ve yorumlar yazıyorum. Bir sosyolog olarak, sanatın ve sanatçıların etrafında dönüp duran ekonomik dinamikleri çok ilginç bulduğumu söyleyebilirim. Bununla birlikte, aşağıda on tanesini verdiğim yüzlerce sebep dolayısıyla bu tür bir gazetecilikten uzaklaşmaya karar verdim.

1. Eserleri yüksek fiyatlara erişmiş olan sanatçıları çok göz önüne çıkartır.
Kendinizi beyaz Amerikalı erkeklerin tabloları hakkında gereğinden fazla yazarken bulursunuz. Sevmediğiniz işleri ve tarihsel bağlamda önemsiz bulduğunuz sanatçıları onaylar görünürsünüz, çünkü işin finansal tarafından bahseden haberler sizin asıl anlatmak istediğiniz öyküyü şekillendiriyordur.
2. Fiyatlarını artırmak istedikleri sanatçıların reklamını yapmaları için manipülatörlere fırsat verir.
Birbiriyle sıkı fıkı olan entrikacı tüccar ve spekülatör koleksiyoner topluluğu, siz bu rekor fiyatlar hakkında haber hazırlarken bunların aslında ne gibi dolaplarla gerçekleştiğini ifşa edemeyeceğiniz gerçeğine güvenirler. Örneğin, Urs Fischer’in en kötü işleri (koleksiyoner Peter Brant’ı tasvir eden 2010 yılında yaptığı mumdan bir heykel) 1.3 milyon dolar ederken Sherrie Levine’in Fountain (After Marcel Duchamp) (1991) adındaki klasik bronz pisuarı 1 milyon doları bile göremediğinde rahatsız oluyorum. 39 yaşındaki Fischer’ın üzerine dönen; bizzat Brant’ın ve François Pinault, Adam Lindemann, Larry Gagosian gibi isimlerin ve Mugrabi ailesinin dahil olduğu ekonomik çıkar savaşları belki bu saçma fiyatı açıklayabilir. (İyi sanatçıların kariyerlerlerinin spekülasyonlarla istikrarsızlaştırılması utanç verici).

3. Hiçbir zaman bir düzene oturacakmış gibi görünmez.
Aşırı gururlu –ve müşterilerini 500 tane iyi giyimli açık artırma müdaviminin gözleri önünde ahlaksız bir gezintiye çıkarmış olan bir hilebazı ifşa edecek yeterli bilgiyi toplasanız bile, otoriteler bir türlü aralarında anlaşıp soruşturma açamazlar. Önce anti-tröst şubesinden bir kaç avukat sizi tanık olarak çağırır, sonra işin aslında dolandırıcılık şubesini ilgilendiriyor olabileceğine karar verilir. Ama o şube ya aşağıda 6. katta, ya da belki yukarlarda 21. kattadır. Kimse işin peşine düşmez.

4. En ilginç hikayeler hep iftiradır.
Sahtekârlıklar ve fiyatlarla oynamalar bir yana, sanat piyasasının içinde olan herkes bilir ki vergi kaçırma olağan bir olaydır, kara para aklama ise bazı yerlerde olan bitenin ardındaki asıl itici güçtür. Ancak yayıncınızın avukatları gayet haklı olarak bu yasadışılıkların tüm izlerini silerler. Telefonlar dinlenmeden ve para transferleri takip edilmeden tüm bunları kanıtlamak olanaksızdır.

5. Oligarşiler ve diktatörler havalı değildir.
Zengin insanlarla bir derdim yok (en iyi arkadaşlarımdan bazılarının ederi gerçekten çok yüksek!). Ancak şu anda sanat piyasasında en çok para harcayanlar arasında bu paraları demokratik olmayan ve korkunç insan hakları sicillerine sahip ülkelerde kazananlar var. Bu insanların bu gibi çürümüş sistemlerde en tepeye çıkma uzmanlıkları "kara para" terimini tam olarak karşılıyor. Bununla birlikte, bu adamlar tarafından ödenen astronomik fiyatların bir şekilde alt tabaklara yaraması gibi olumlu bir sonuç da var. Bu insanlar 20 milyon dolara bir Gerhard Richter aldığında onu satanlar (özellikle Amerikalı ve gelir vergisi erteleme konusunda hevesliyseler) bu paranın bir kısmını daha genç sanatçıların işlerine yatırırlar. Sanat dünyasına finansal hareketlilik getiren Rus, Arap ve Çinli koleksiyonerler de bu sayede daha fazla sanatçı, küratör ve eleştirmenin sanatla ilgili işlerden geçinmesini sağlarlar.

6. Sanat piyasası ile ilgili yazmak can sıkıcı şekilde kendini tekrar eden bir iştir.
Bir müzayededeki akşam satışının ortamı aşağı yukarı tahmin edilebilir. Açık artırmalarda 1’den 6’ya kadar olan lotlar genç ve seksi işlere ayrılmıştır. 13. lot umulmadık fiyatlara ulaşır. 48’den 55’e kadar olan lotlarda ise piyasanın yaşlıları için tozlu işler satılır. Bazı uçuk fiyatlar vardı şekerim ama şu şu işler de satılamadı. Rakamlar değişir ama hikaye hep aynıdır. Bana sık sık Sanat Dünyasında Yedi Gün’ü yazdığımdan bu yana ne değişti diye soruyorlar. Kitabın piyasayla ilgili olan iki bölümü ("Müzayede" ve "Fuar") söz konusu olduğunda cevabım şu: çok fazla şey değil.

7. İnsanlar size inanılmaz derecede aptalca hazırlanmış basın bültenleri gönderir.
Halkla ilişkiler bölümünde çalışanların bir sanat müzayedesinden sonra size gönderdikleri basın bültenlerini okumak kadar sinir bozucu pek az şey vardır. Güvenilir hiçbir piyasa istatistiği sunmadıkları gibi tüccarların;  "müzayede ne büyük bir başarıydı", "galeri için yeni bir rekorlar yılı", "gerçekten benzersiz bir deneyim", "sohbetlerin seviyesi eşsiz derecede yüksekti", "yüksek çapta bir sürü koleksiyoner gördük", "insanlar inanılmaz konsantre olmuşlardı", "izleyici kalitesi inanılmazdı", "gelen tepkiler şaşırtıcıydı" ve benim favorim olan, "anlamlı satışlar yaptık" gibi yavan laflarıyla uzar giderler.

8. Paranın sanatla ilgili en önemli şey olduğu gibi bir izlenim yaratır.
Paranın sesi yüksek çıkar ve bu ses diğerlerini kolaylıkla bastırır. Halkın paraya olan ilgisi sanat haberlerini gazetelerin sanat sayfalarından alıp ana sayfaya koydu… ama belki bu haberleri arka sayfalara alarak sanata daha iyi hizmet edebiliriz.

9. Sanat piyasasının nüfuzunu daha da artırır.
Sanat piyasası çok güçlü bir medya organı haline geldi. Bu piyasanın giderek müzelerin programlarını ve eleştirilerin nasıl yazılacağını belirler hale gelme nedenlerinden birisi de müzayede ve fuarların kendilerini pazarlama konusunda çok yol almış ve artık neyin haber olup olmayacağını biçimlendiriyor olmasıdır.

10. Maaşlar çok kötüdür.
Şayet sanat piyasasını onun hakkında yazacak kadar iyi tanıyorsanız ve herhangi bir miktarda bilgi ve haber kaynağına sahipseniz aslında ortalıktaki sanat danışmanlarının çoğundan daha çok şey biliyorsunuzdur.

Kendisinden bu yazıyı çevirmek için izin istediğimde çeviriye aşağıdaki eklemeyi yapmamı istedi. Asıl metnin de ulaşılabilir olması adına çevirinin altına ekliyorum.

Ek: Sanat dünyasını terketmek gibi bir niyetim yok, sadece piyasaya dair haberler yapmaya ara vermek istiyorum. Sanat piyasasını makul bir şekilde anlatan analizler yapılabileceğine hala inancım var –aslında gurur duyduğum epeyce makalem de var- ancak bir müzayede ya da bir fuarın hemen ertesi günü, o baş döndürücü ortamın büyüsüne kapılmadan bir değerlendirme yapılamayacağını düşünüyorum.

Addendum: I have no plans to abandon the art world; I just need a break from reporting on the market. I still think it is possible to write a decent reflective analysis of aspects of the market - in fact, I am proud of quite a few of my articles - but it is nearly impossible to write a next-day auction or fair report without being caught in a hall of smoke and mirrors.

Tuesday, October 23, 2012

Eadweard Muybridge / Animal Locomotion

Eadweard Muybridge'in Animal Locomotion adlı kitabını yayınlayan bir çalışma buldum. Arşivin bu yılın sonlarına doğru tamamlanması planlanıyormuş. Kendisi, insanların ve hayvanların hareketlerini gösteren 100.000'in üzerinde fotoğraf ürettiği ve 19. yüzyıl sonlarında yaptığı Zoopraxiscope adlı icadı ile fotoğraf ve modern sinema arasındaki köprüyü kuran kişilerden biri olduğu (bknz. Who's Who in Victorian Cinema) için bu arşiv gerçekten heyecan verici.

Muybridge's Home






Aşağıdaki adreste de filme çekilen -ki çekim tekniğinden dolayı Muybridge'in her bir çalışması bir film olarak değerlendiriliyor- ilk öpüşme var ve arşivi hazırlayanlar tarafından tek başına ayrı bir başlıkta verilmiş. Yazılanlara göre Muybridge'in bu çalışmada iki kadın model kullanma sebebi ise ilginç, yazarlara göre bunun sebebi Viktorya döneminde iki kadının öpüşmesinin bir erkek ile bir kadının öpüşmesinden daha masumane bulunması olabilirmiş.

Filme çekilen ilk öpüşme

Sunday, October 21, 2012

Şimdi ile geçmiş ve çok katmanlılık

Geçmiş ve şimdi gibi farklı zaman dilimlerinin bindirme (superimposition) görüntülerle anlatılmasına bayılıyorum, bu teknik özelinde bir fetiş geliştirdim galiba. Yalnız burada çıkış noktası benim için önemli; yani bu tekniğin kullanım amacının yine bu tekniğin kullanımı olmaması (örneğin çoğu Lomografik fotoğrafta olduğu gibi) gerekiyor. Daha çok, anlatılmak istenen hikayenin nasıl anlatılabileceği tasarlanırken varılan bir yöntem olduğunda değerli buluyorum ki bu, hareketli perspektif (mobile perspective) kavramının zaman eksenindeki karşılığına benzer bir yere denk düşüyor sanıyorum. Örneğin, bunu yazmaya Marie Ormières'in Holy Days serisini gördükten sonra karar verdim. Bu konuda ilk dikkatimi çeken ise Duane Michals'ın The House I Once Called Home adlı kitabındaki çalışmaları olmuştu. Özetle, eskiden yaşadığı evden kalan fotoğraflarının evin şu anki haliyle çok katmanlı halde ve metin eşliğinde sunulmasına dayanıyor. Mesela bu kitaptan çok etkilendiğim bir örnek,




Tabii Michals'ın fotoğraflarında metin de olduğundan (bu kitapta da bolca metin var), bu yazıların da fotoğrafların sizi o atmosfere çekmesine çok katkısı olmuş. Etkileyici bulduğum bir başka örnek de Aslı Narin'in My Aunt's Garden (Teyzemin Bahçesi) serisi. Projeksiyon ile "geçmiş" aile videolarının (fotoğrafın üretildiği anda "geçmiş" olması bir yana) sanatçının teyzesinin evinde "şimdi"nin üzerine yansıtılmasıyla elde edilmiş. Bu gibi çalışmalarda sevdiğim bir diğer nokta da bunlar sanatçının kişisel geçmişine dayanan oldukça öznel işler olmasına rağmen izleyicinin kolaylıkla -ve hatta hemen!- kendi geçmişine atlayabilmesi, zira izlenen görüntü durağan ve tek boyutlu olmasına rağmen içinde koca bir zaman dilimi ve hikaye yer alıyor, ve belki hikayeler ve olaylardan ziyade sadece kişiler ve yerler öznel olan.