Saturday, November 22, 2014

Şahin Kaygun İstanbul'da

Türkiye'de deneysel fotoğraf denince aklıma gelen ilk isim muhtemelen Şahin Kaygun olacaktır. İstanbul'da, ölümünün üzerinden yirmi yılı aşkın zaman geçtikten sonra bir yıl arayla eserlerinden oluşan ikinci solo serginin açıldığını öğrenmek beni oldukça mutlu etti. Geçen yıl Elipsis Galeri'de açılan serginin ardından (bnkz. Sanatatak ve İstanbul Sergi Fotoğrafları makaleleri) çok daha geniş bir koleksiyonla ve bu sefer İstanbul Modern'de açılan sergide, fotoğraf ve resmi birleştiren işlerinin yanı sıra yönetmenlik ve sanat yönetmenliği yaptığı filmler de gösteriliyor. Kendisi ve sanatı hakkındaki başvurulabilecek kaynaklar arasında Fotoritim'de yayınlanmış olan bir yazıdan ve kendisini tanıyanlar tarafından kaleme alınan bir Fotoğrafya dosyasından bahsedebilirim. İstanbul Modern'in basın bülteniyle beraber paylaştığı yüksek çözünürlüklü eser fotoğrafları ve sergi mekânından bazı görüntüler ise şöyle,

Dul bir kadın (1985)

İsimsiz 20 (1987)

İsimsiz 56 (1985)

İsimsiz 131 (1983)

İsimsiz 452 (1984)

İsimsiz (1985)

İsimsiz (1991)

İsimsiz (1991)

Mavi Saçlı Çocuk (1990)

Mavinin Ölüme Gülüşüdür (1984)

Temas (1991)










Tuesday, November 11, 2014

Kodak Şehri / Catherine Leutenegger

Fotoğraf çekimini "Siz sadece deklanşöre basın, gerisini biz hallederiz" sloganıyla herkesin erişimine sunmuş olan ve 90'lı yıllarda zirve yaptığında dünya fotoğraf piyasasının üçte ikisini kontrol ederken ve üstelik 1975 gibi gayet erken bir zamanda ilk sayısal kamera kendi laboratuarlarında doğmuşken değişime bir şekilde ayak uyduramayıp iflas eden Kodak'ın hikayesi hep ilgimi çekmiştir. İsviçreli fotoğrafçı ve yazar Catherine Leutenegger'ın, Kodak'ın merkezine evsahipliği yaptığı ve yine onun çöküşüyle beraber sessizliğe bürünen Rochester şehri ile ilgili yazdığı Kodak City adlı kitap için fotoğraf eleştirmeni ve yazar A. D. Coleman da bir yazı kaleme almış. Şirketin ve kurucusu George Eastman'ın hayatlarındaki dönüm noktalarından ve şirket profilinden ilginç detaylar var. Yazı iki bölüm olarak tasarlanmış, henüz yayınlanmış olan ilki şurada,

After the Kodak Century (1)

Güncelleme: Yazının devamı için After the Kodak Century (2).

Saturday, May 10, 2014

Hareketli görüntü ve fotoğrafın geleceği

Hareketli görüntü kayıt yeteneğinin fotoğraf makinalarına dahil edilmesi, hareketli görüntünün özellikle an fotoğrafının geleceğine etkilerine dair tartışmaları başlatmadı belki, ancak şüphesiz fazlalaştırdı. Gail Mooney'in de blogunda bahsettiği gibi kaydedilen hareketli görüntülerdeki her bir karenin bir fotoğraf olarak çekip alınabilecek kadar iyi olması an fotoğrafçılığının önemine dair soru işaretleri yaratıyor. Bu konuda ne düşündüğümü söylemeden önce bu bahsettiğim yazıyı hemen afiyetle okuyabilirsiniz,

How Motion is Changing the Future of Photography

Bu konuda Mooney kadar kötümser olmamakla birlikte hareketli görüntü ile fotoğrafın özellikle ticari kullanımda iç içe geçeceği fikrine katılıyorum -bu tartışmada öngörülerimi tamamen ticari fotoğraf bağlamında söyleyeceğim (sanatsal alan bu konuya bence uzak düşüyor). Ancak fotoğrafçılık konulu iş ilanlarının kaybolmaya başladığı ve hareketli görüntü üreticilerinin onların yerlerini almaya başladığı görüşüne katılmıyorum. Öncelikle, örneğin akademik olsun olmasın eğitim programlarının bölünerek her parçanın başlı başına bir eğitim programı haline gelmesinde olduğu gibi fotoğraf ve hareketli görüntünün ikisi de muazzam bir bilgi birikimi içeriyor (örneğin ışığın ticari işlerdeki kullanımı bile hareketli görüntü ve fotoğrafta gayet farklı ekipman ve deneyimler gerektiriyor) ve bu hala büyüyen iki alanın birleşip tek bir iş kolu haline gelmesi birinden ödün vermeden mümkün olmayacaktır diye düşünüyorum. Bir diğer örnek olarak, hem hareketli görüntü işleme hem de fotoğraf işleme alanında kullanılan uygulamalar temelde aynı prensiplere sahip olmalarına rağmen kullanım bilgisi konusunda iki ayrı büyük küme oluşturuyorlar. Bu yüzden, bu gibi bir birleşme yerine ve Mooney'in aksine, fotoğrafın hareketli görüntü işkollarında eriyip gitmesi yerine bunun, kendisinin tam tersi ile birlikte gerçekleşeceğini ancak bu iç içe geçişin nihayetinde hiçbir zaman tek bir işkolu ile sonuçlanmayacağını düşünüyorum.

Bu konuda şöyle bir örnek verebilirim: basılı bir yayın için köpek maması reklam fotoğrafı çekilirken köpeğin duruşu kadar arka planda ve köpeğin çevresindeki nesneler de önceden planlanır ve bu planlama en son kağıt üzerinde görülmesi hayal edilen an'a ilişkindir. Burada Mooney'in bahsettiği şekilde bir hareketli görüntü kullanımı köpekciğin çekim yapılırken hareket etmesi karşısında alınan bir önlem olmaktan öteye gidemeyecektir. Yani Mooney'in bahsettiği gibi, hareketli görüntü çekilip aradan beğenilen bir karenin çekilip alınması gerçekleşse bile bu hareketli görüntünün çekimi uzun metraj reklam filmi çekilirken kullanılan tekniklerden çok -belki hareketli görüntü ışıklandırması kullanılarak yapılan- fotoğraf çekimine yakın olacaktır ve nihai karenin seçimi ifadesel açıdan da fotoğraf editörlüğü süreçlerinin takibinde gerçekleşecektir. Ancak bu noktada Mooney'in at arabası işinde olanlarla ilgili söylediklerini de gözardı edemiyorum. Yani sadece klasik anlamdaki fotoğrafçılık bilgisine sahip olup da hareketli görüntü tarafı eksik kalanların işlerinin belki ciddi olabilecek bir bölümünün hareketli görüntüye hakim olanlar tarafından alınması -reklam kampanyalarının artık hem hareketli hem sabit görüntü olarak ortaya çıktığı da hesaba katıldığında gayet olası görünüyor. Buna inanmamın bir diğer sebebi de -özellikle ticari görüntü üretimi bağlamında hareketli görüntünün sabit görüntüyü bir şekilde kapsadığını düşünmem. Bu yüzden, ticari alanda varolan iş olanaklarının kurum başına sınırlı olduğu durumlarda ya da şahıs şirketlerinde -muhtemelen zaten olduğu gibi- bu iki üretim alanının tek bir kişide birleşmesi mümkün görünürken sadece görsel üretim alanında faaliyet gösteren ve uzman kadrolara gereksinimi olan yerlerde böyle birleşmenin pek muhtemel olmadığını düşünüyorum.

Monday, April 1, 2013

Sophie Calle / Adres defteri




Sophie Calle hikaye anlatımı ve insan ilişkilerine deneysel yaklaşımı konusunda severek izlediğim bir sanatçı. Fotoğraf ve yazının birlikte kullanımı konusunda da, fotoğrafla anlatamadıklarından ziyade anlatamayacaklarını yazdığı ve bu anlamda iki ortamı bütünlüklü bir şekilde kullandığını düşünüyorum. Sıklıkla fotoğraf ve bazen de video kullanan, ancak moda olmuş ve ortam-bağımlı tabiri ile görsel sanatçı olarak da adlandırılamayacak biri bana göre. Otel odaları ve takip ettiği yabancılar gibi mahremin ihlali sayılabilecek bir çok hikayesi var ve bu anlamda özel hayata dair yaklaşımı oldukça tartışmalı. Ancak, bu konuda net bir duruşa sahip olmasam da, aynı tartışmalı yaklaşımı kendini anlatırken de izlemesi bu tartışmalarda hesaba katılmalı diye düşünüyorum. Son kitabı da bu minvalde yıllarca tartışılmış. Mahrem sayılabilecek bir çok hikayesini ifşa ettiği kişi, Pierre D., ile bu hikayenin ancak o öldükten sonra kitaplaştırılması üzerine anlaştığı söyleniyor ancak bu olayların olduğu 1980'li yıllarda Libération gazetesinde gün gün yayınlandıkları gerçeği ile çelişiyor bu bilgi. Ayrıca Pierre D, kendisiyle ilgili yayınlanan bu hikayeleri gördükten sonra Calle'i dava etmekle tehdit etmiş ve Libération'a ifşa olan özel hayatına karşılık Calle'in çıplak fotoğraflarını yayınlama teklifiyle gitmiş ve bu süreçte de kimliği ifşa olmuş.

Peki bu kitapta ne var. Hikaye, Calle'in Paris'te bir sokakta bir adres defteri bulması ve bunu sahibine göndermeden önce tüm sayfaların fotokopilerini çekmesiyle başlıyor. Defteri kopyalamasındaki amaç ise defterin sahibi ile hiç tanışmadan, onu defterde kayıtlı insanlardan dinleyerek tanıma isteği. Defterdeki isimlerle görüşme isteklerinin bir çoğu olumlu karşılanıyor ve bu insanlar hem Calle'in Pierre D. hakkında merak ettiği bir çok şeye cevap veriyor hem de ortak anılarını anlatıyorlar. Ortaya çıkan kitap biyografi tadında kısa bir hikaye gibi ve sıkıcı olmaktan öte oldukça sürükleyici. Bunun nedeni de merakınızı özel hayat ifşasıyla canlı tutmasından ziyade, Pierre D.'nin sayfa sayfa açılan kişilik özelliklerinin özel hayatını nasıl şekillendirdiğini çok iyi anlatması bana göre. Yoksa ne anlatılanlar kimsenin başından geçmemiş olaylar ne de Pierre D. kendisi hakkındaki en önemsiz olayın bile gazetelerde yer bulabileceği kadar bilindik biri. İşin özel hayat tarafı kitaba dair tartışmaları canlı tutmaya yarıyor sadece. Her hikayenin de bir fotoğrafı var kitapta; bu fotoğraflar ya o günkü buluşmaya verilen tepkiyi, ya buluşulan insanı kimliği belli olmadan gösteren bir portreyi ya da Pierre D. ile o insanın arasındaki ilişkiye dair bir nesneyi gösteriyor ve kitap aslında hikaye türünde olduğu için anlatılanların gerçekle bağlantısını koruyorlar. Kitap oldukça ince ve küçük, ve 2005 yılında hayatını kaybeden Pierre D.'nin adres defteriyle aynı özelliklerde tasarlanmış ve artık ifşa olmuş tüm kimliklere rağmen 1983 yılındaki gazete yazılarını temel alıyor ve ne o dönemde gerçekleşen tartışmalara ne de sonrasına değinmiyor. Zaten dediğim gibi işin bu tarafını merak ettirecek bir şey de yok kitapta, daha çok gerçek bir hikayeden esinlenilmiş ve isimler değiştirilerek yazılmış bir metin gibi okunuyor ve kimliklerden bağımsız olarak genel insan ilişkilerine dokunuyor. Bu anlamda, kitabın, orta yaştaki bir senarist olan Pierre D.'nin hayatına açılan bir pencereden çok, onun gerçekleşen ve gerçekleşmeyen hayallerini, başarılarını ve başarısızlıklarını ve hayattan beklentilerini anlattığı için, okuyucuya dönük bir ayna işlevi gördüğünü de söyleyebilirim.

Wednesday, February 20, 2013

Gölge Fanzin / Arif Aşçı röportajı

Çok keyifli bir yayın olan Gölge Fanzin'deki, uzunluğundan dolayı okumayı uzun zamandır ertelediğim Arif Aşçı röportajını ancak okuyabildim ve hem ertelediğime pişman oldum hem de keşke daha uzun olsaydı dedim. Eleştiri kültürü tartışması ile başlayan röportaj buradan yayıncılığa, sergi düzenlemeye, fotoğraf kültürünün oluşumuna ve Arif Aşçı'nın kişisel deneyimlerine ve projelerine uzanıyor. Gerçekleştirildiği 2005 yılından bu yana röportajda bahsi geçen bazı konularda değişiklikler mevcut olsa da fotoğraf üretimine ve bu üretimin beslendiği kaynaklara dair yorumları ve Türkiye'deki eleştiri kültürü, fotoğraf ekolü ve bilgi eksikliğine dair yaptığı bir çok yorumun da hala geçerliliğini koruduğunu düşünüyorum. Afiyetle,

Gölge Fanzin / Arif Aşçı Röportajı